9 Haziran 2011 Perşembe

ERDEN KOSOVA

Gurup arkadaslarımızla bırlıkte ek olarak küratör olarak erden kosova ıle yapılan roportajdan bahsedıcegım

       1971 İstanbul dogumlu olan Erden Kosova, Kadir Has Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Kültürel Çalışmalar alanında Goldsmiths  Üniversite'sinden doktora derecesi almış olan Kosova çeşitli günlük gazeteler, sergi katalogları, sanatçı yayınları, ve dergiler için yazarlık yapmakta, Red-Thread  dergisinin yayın kurulu üyesi olarak çalışmaktadır
Kimlik, aidiyet, cinsiyet, ideoloji kavramlarını sorgulayan Kosova, yurt içinde ve yurt dışında seminerlere katılmıştır. Ayrıca 2004 yılında Kentin Kapılari Boyunca isimli K&S Galeri Berlin; Oda Projesi, İstanbul da gerçeklestirilen grup sergisinin küratörlüğünü yapmıştır

Sanatcı doktora tezınde konu olarak ;
Güncel Sanat İçerisinde Milliyetçilik Eleştirisi ele almıstır. Tezinın başlangıçta 90’ların 2. yarısından itibaren,Sovyetlerin yada Sosyalist bloğun çökmesinden sonra oluşmuş genel bir milliyetçilik anlayışının yükselmesi üzerine olmuştu.Özellikle Balkanlarda Yugoslavya ‘nın çözülmesi ,iç savaşla beraber Bosna,Arnavutluk,Kosova,Sırbistan…Bu coğrafya üzerinde Türkiye ile beraber yeni dönemin,bu benzer 3 coğrafya içinde yükselen gerilimin güncel sanata nasıl yansıdığını incelemek üzerine kuruludugunu soyledı

Sanatcıyla guncel sanat hakkına konusmalar yaptık;
Türkiye’de güncel sanat ne kadar politik olursa olsun bu durum sanatçılar tarafından içeriye pek yansıtılamamış durumda…Yani bunu kamusal alanda var edebilmiş değiller.Sanatçı çok politik bir işi üretebiliyor fakat bunu,bu alanda göstermeye çalışırken bazı problemler yaşayabiliyorlar oldugunu soyledı ve bazı ornekler verdı
*Örneğin 90’ların ortasında Ayasofya’nın arkabahçesinde bir sergi yapıldığı için sergi basılması,Tophane Mahallesi’ndeki galerilere olan saldırılar..Benzer şekilde 1955 ‘te yaşanan 6-7 Eylül olaylarını gösteren fotoğraf sergisinin basılıp,fotoğrafların yırtılması gibi…Bunlara benzer yaşanan olaylar,sokaktaki performans sanatını olumsuz etkiledi.
*Aslında bu tür çağdaş mekanlar,2003-2004’ten itibaren oluşmaya başladı.İçeride üretilenler Avrupa’daki sergilere gidiyor ama hitap etmesi gereken kitleye ulaşamıyordu.Sokağa çıkma isteği olmasına karşın,bir türlü becerememe durumu vardı

Sanatcıyla kavramsal sanat hakkındada konustuk;
Kavramsal sanat olarak yapılan işleri ana başlıklar halinde toparlarsak:

n      1)öncelikle kavramsal olarak bir iş var etmek…Bugün güncel sanat olarak adlandırdığımız kavram,el emeği ile değilde  zihinsellik ve düşünsellik üzerine kurulu işlerdir.
n      2) yeni medya dediğimiz bir şey çıkıyor.Artık  bahsedilen 3 şeyle tanımlanamayacak teknolojik imkanlar oluşuyor…Video,fotoğraf… gibi.Örneğin fotoğrafçılık var ama fotoğrafı kullanan güncel sanat gibi…
n      3)Beden kullanımı…fakat bunu resim geleneği ile bir ilgisi yok…İzleyici burada,duran şeyde karşısında…60 lı yıllarda performans sanatının, happening lerin ortaya çıkmasıyla ,bedenin sanat yapıtı olabileceğine dair yeni bir kaynak açılıyor.
n      4) Bir mekan kullanımı…Örneğin bir galeriye giriyorsun,objeyle direk ilişkiye giriyorsun…Ama burada bir mekansallık var…Bir obje var ve ben sadece ona bakıyorm…Güncel sanat dediğimiz şey,izleyici ile obje arasında kalan kısmı kurgulamada başlıyor.Böylece enstalasyon denilen anlatım dili ortaya çıkıyor.Örneğin bir yere giriyoruz,orası zaten atmosferik olarak tanımlanmış…Sadece obje görmüyorsun,bedenini kaplayan bir şeyde var.Ses var örneğin,ışık var…Örneğin 1940 lı yıllarda bir memur ailesinin evine dönüstürülmüş mekan…
Güncel sanat,bu gelişmelerin sonucunda artık her yerden beslenen bir kavram yumağı haline geliyor.Neredeyse bir sınırsızlık…Akademilerde ne olursa olsun bir sınırlılık var yani malzemeye ve tekniğe bağımlısın… Ama günümüzde resmin kendi sınırlılığını aşma yönünde üretken işlerde var ve bu karşıt kavramlar,birbirinden beslenir haldeler.Ancak resim,kendi yapısının ötesine geçme gayretinde…oldugundan bahsettı
Roportajımızda Küratörlügünu yapmıs oldugu bazı sergılerı hakkında konustuk:
13-29 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen "Leaps of Faith / İnanç Sıçramaları" sergisi Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'tan çeşitli bağımsız kuruluşların birlikte gerçekleştirdiği bir etkinlik olması açısından da önemli. Yapımcılığını Kolektif Prodüksiyon'un üstlendiği "İnanç Sıçramaları"nın proje ortakları arasında İstanbul Kültür ve sanat Vakfı ile Kıbrıslı grup Artist to Artist de bulunuyor.Katerina Gregos ve Erden Kosova'nın küratörlüğünü yaptığı sergiye değişik ülkelerden 18 sanatçı katılıyor. Sergide, Kıbrıs asıllı ünlü moda tasarımcısı Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarının yanı sıra Phil Collins, Meksikalı sanatçı Minerva Cuevas ve politik içerikli işleriyle adından söz ettiren Güney Afrikalı Kendell Geers'in yapıtları da görülebilir
İnanç Sıçramaları" Kıbrıs'ın 1974 yılından beri bölünmüşlüğünü ve politik açmazları konu alıyor. sergide cinsel kimlik ve sınıf meseleleri, azınlık hakları, plansız kentsel gelişme ve göçmenlerin sorunlarına da dikkat çekilmek isteniyor. Serginin bir diğer hedefi ise, uluslararası boyutta bir sanat etkinliğiyle Yeşil Hat'ı canlandırmak ve hareketlendirmek

Kopenhag’da CHARLOTTENBORG Müzesi’nde,’YENİ DÜNYA DÜZENİNDE KÖKTEN EĞİLİMLER' adlı, 31 EKİM 2002 ‘de bir sergi açılmıştı. 'KIR-MI-ZI' isimli sergisinde öncelikle sözkonusu müzenin kolleksiyonundan 28 tablo ve yerde 15,000 proleter bulunmaktaydı. Özkaya'nın dizaynı olan kırmızı renkli proleterler yaklaşık 5 cm büyüklüğünde ve süngerden yapılmıştı. Dolayısıyla üzerlerine basıldığında elastik olmaları nedeniyle önce yerle bir olup sonra yavaşça tekrar yükseliyorlardı. Bu çalışmasını Kopenhag Charlotenborg Müzesi'nde bu kez 40,000 proleter ile gerçekleştirecek olan Özkaya, müzenin her üç katını da sünger heykelcikleri ile donattı.

Ateş Düştüğü Yeri Yakar Sergisi
n      Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 20. yılı sebebiyle bir sergi düzenlenmeye karar verilmiş ve sanatçılara çağrıda bulunulmuş. Sonuçta sergiyi düzenleyenlerin bile ummadıkları kadar çok eser ulaşmış ellerine. Sergiyi düzenleyen Erden Kosova “Hem sanatsal, hem politik açıdan daha önce hiç yanyana gelmemiş, gelemeyecek insanlar bu sergide bir araya geldi.” diye açıklıyor ulaştıkları sonucu.

8 Haziran 2011 Çarşamba

PERA MUZESİ

 






Pera müzesi  2005 yılının  Haziran ayında İstanbulda açılmıştır.Suna ve  İnan Kıraç Vakfı'nın, kentin seçkin noktasında, çeşitli düzeylerde kültür hizmeti vermek amacıyla hayata geçirmeye başladığı geniş kapsamlı bir kültür girişiminin ilk adımıdır. Bu projede pera müzesi  bir 'müze-kültür merkezi' işlevini üstlenmiş ve 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından İstanbul Tepebaşı'nda inşa edilen, yakın zamanlara kadar da "Bristol Oteli" adıyla tanınan tarihi yapı Mimar Sinan Genim tarafından tümüyle elden geçirilerek çağdaş donanımlı bir müzeye dönüştürülmüştür.
2005 yılında açılan Jean Dubuffet, 2006 tarihli Rembrandt ve Henri Cartier-Bresson, 2007'de açılan JP MORGAN collected visions geçmişte yapılan önemli geçici sergilerinin örnekleridir. Müze 2008 yılında ise Joan Miró ve Josef Koudelka sergileri açtı. Müzenin bünyesinde bulunan Pera Film ise her ay tematik film etkinlikleri düzenlemektedir

   

                    ŞU ANDA DEVAM ETMEKTE OLAN KOLEKSİYON SERGILER 
Oryantalist Resim Koleksiyonu
Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın üç yüzü aşkın tablodan oluşan Oryantalist Resim Koleksiyonu'ysa 17. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına uzanan bir dönemde Osmanlı dünyasından esinlenmiş Avrupalı "oryantalist" ressamların önemli yapıtlarını biraraya getiren zengin bir koleksiyondur. İmparatorluğun son iki yüzyılından çok geniş bir görsel panorama sunan bu koleksiyonda, sanat tarihçilerinin tek 'yerli oryantalist' saydığı Osman Hamdi Bey'in yapıtları ve ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu da yer almaktadır.



  


Anadolu Ağırlık Ölçüleri ve Kütahya Çini ve Seramikleri

Müze katlarından ilkinin büyük bölümünü kaplayan Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu, eski çağlardan günümüze Anadolu'da kullanılagelmiş ağırlık ve ölçü birimlerinin, çeşitli malzeme ve tekniklerde üretilmiş tartı ve ölçü aygıtlarının seçkin örneklerini, tarih ve arkeoloji tutkunlarına sunmakta; aynı katın başka bir kanadında sergilenen Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu, bu türün çarpıcı güzellikteki parçalarıyla kültür tarihimizin çok iyi tanınmayan bir yaratı alanına yeni ışıklar tutmayı amaçlamaktadır.


                                        


                                                                  SÜRELİ SERGİLER

      İHSAN CEMAL KARABURÇAK
n      7 Nisan - 3 Temmuz 2011 arasında

n      20. yüzyıl Türk resminin en özgün sanatçılarından biri olan İhsan Cemal Karaburçak, akademik eğitimi reddederek kendini geliştirmiş sayılı otodidakt sanatçılardandır.
Uzun yıllar sürdürdüğü memuriyet döneminde resimle tanışan, yaşamının büyük bölümünü geçirdiği Ankara'da evinin bir odasından dönüştürdüğü mütevazi atölyesinde çalışmalarını sürdüren Karaburçak, Türk resminin değeri yıllar geçtikçe anlaşılan gizli kalmış ustaları arasında yer alıyor. Retrospektif niteliğindeki bu sergi, özgün üslubu kadar renkleri, özellikle de tuvaline imzası kadar yer etmiş "mor"uyla tanınan İhsan Cemal Karaburçak'ı yeniden tanıma fırsatı
Temelde İnsan
Çağdaş Sanat ve Nörobilim

7 Nisan - 3 Temmuz 2011 Arası
Temelde İnsan: Çağdaş Sanat ve Nörobilim sergisi, yapıtları nörobilim araştırmalarıyla kesişen yedi çağdaş sanatçının yapıtlarını bir araya getiriyor. Küratörlüğünü New York'taki School of Visual Arts, Güzel Sanatlar Bölümü Başkanı Suzanne Anker'ın üstlendiği sergide yer alan sanatçılar: Suzanne Anker (ABD), Andrew Carnie (İngiltere), Frank Gillette (ABD), Michael Joaquin Grey (ABD), Leonel Moura (Portekiz), Rona Pondick (ABD) ve Michael Rees (ABD).
      Farklı disiplinlerden gelen, temel öğe olarak robotbilim, üç boyutlu tarama, photoshop, hızlı prototipleme, mikroskopla inceleme ve bilgisayar görüntüsü gibi yeni teknolojileri kullanan bu sanatçılar; doğanın gizemlerini, birliğini ve süreçlerini, bilgi ve inançların aktarımını konu alıyor. Madde, algılama ve belleğin zihinde canlandırdığı metaforları yapıtlarına katan sanatçılar bu sayede, kendine özgü kişiselleştirmelerini, mecazi ve simgesel bir yapı çerçevesine oturtuyorlar.
Sergi, sanat ve bilimi buluşturarak, sanata farklı bir noktadan, bilim penceresinden bakmaya, çağdaş sanatla nörobilim arasındaki güçlü ilişkiyi anlamaya ve sorgulamaya davet ediyor.

26 Mayıs 2011 Perşembe

CANAN BEYKAL

Sanatcı olarak sectıgımız canan beykalla yapmıs oldugumuz roportajdan  bahsetmek ıstıyorum .Bu keyıflı roportajımızda sanatcının ozel hayatından sanat adına yapmıs oldugu calısmalarından yazılarından konustuk kendısının bılgılerındende cok yararlandık yapmıs oldugumuz bu roportaj benım ıcın cok verımlı oldu.
Canan Beykal, 1948 Merzifon doğumludur. 1972 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi.
Sanat çalışmalarının yanında çeşitli gazete ve dergilerde sanat eleştirmenliği yapmış, sanat tarihi ve kuramı üzerine yazılar yazmıştır.       
                                                          İŞLERİ

* Sanatçı 1981 yılında Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ‘İzm’ler adlı çalışmasını sergiler. Mekanı duvardan yer döşemesine kadar kaplayan kağıt şerit üzerine, Beykal’ın lastik tamponlarla yazmış olduğu kavramlar bulunmaktadır Bu kavramlar, ses bandına düzden ve tersten okunmuş, üst üste bindirilmiş ses miksajı olarak galeriye yansıtılmıştır. Kavram ve anlamların seyirciyle buluşma noktasında sergi tamamlanmaktadır

* Sanatçı 1987 yılındaki Öncü Türk Sanatının Bir Kesit sergisinde yer alan  “Ellams Duplicator Patent 1987” adlı çalışmasında 1924 yıl İngiliz m         Yaşamın ve doğanın kendisi gibi, çalışmalarımı saf ve yalın bir hale dönüştürmek istiyorum. Sanatın, yaşamın kendinden doğduğunu ve sanat yapmak için bundan daha etkili bir neden olmayacağını düşünüyorum’ diyor.Bu sebeple çevremi izliyor, olaylara kayıtsız kalmamaya özen gösteriyorum. Yaptığımın toplumsal bir davranış göstergesine dönüşmesine önem veriyorum. Sanat pazarı için bir şey üretmiyorum.  Eleştirmenlerin beğenisi ya da yargısı benim için önemli değil, etrafımı çeviren nesneler benim için önemlidir. Onlarla benim aramdaki zaman boyutunu, onların benim için yükledikleri anlamı önemsiyorum. Diyerek sanatçı sanat için düşüncesini  tamamlıyor. Model teksir baskı makinasını hazır nesne olarak kullanmıştır. Sanatçının işi sergi kataloğunda şöyle anlatılıyor; “Yaşamın kendisi kadar dolaysız ilkel ve gerçek sanattan yanayım


* Sanatçı çalışmalarında metinlerin yanı sıra ses, fotoğraf, nesne gibi geleneksel olmayan sanat malzemelerinden yararlanır. Her işinde yada açtığı her sergide toplumsal ve siyasal olguları sanatın anlatım dillerini sorgulayarak işler. Sanatçı bu bağlamda, Atatürk Kitaplığı’nın mekanlarında açtığı ‘Odalar 1994’ sergisinde, yakılan kitapları okuma yazma ve dinleme olguları çerçevesinde irdelemiş.1994’te ”Bana Geldiğin Yeri Anlat” isimli sergisinde ise bu soruyu,yöneltiği kişilerin fotoğraflarıyla, kendi dillerinde kendilerini tanıtan yazılarını birleştirmiş. “Bir Küçük Aslancıktır” isimli sergisinde, savaş kurbanı çocukların ışıklı kutular içine yerleştirdiği fotoğraflarıyla yaşam deneyimlerinden metinleri birlikte sergiler. Ayrıca Canan Beykal, sanatsal çalışmaları yanı sıra sanat üzerine eleştirel ve çözümleyici yazılarda yazar.


* 1992 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan sergiye sanatçı ’51 Gün Sonra’ adlı yerleştirmesiyle katılmıştır.Çalışmasını, Homeros’un İlyada’sında geçen 51 günlük zaman diliminin anlatıldığı Truva Savaşı’ndan seçtiği metinlerle oluşturmuştur.Asetet kağıdının üzerine Truva Harabelerinden kalan bir duvarın fotoğrafını büyüten sanatçı,fotoğrafta bulunan her bir taşın üzerine metinlerde geçen kahramanların isimlerini Yunanca yazmıştır.Fotoğrafın üst kısmına ‘üç cenaze metni’seçilmiştir.İlk metin, Truvalılardan Hektor’un,ikinci metin Akhalardan Patroklos’un,üçüncü metin ise Akha ve Truva askerlerinin ortak gömüldüğü cenaze törenlerini anlatan metinlerdir.Metin ve fotoğrafın mekanla ilişkisi ise fotoğrafın önüne,yere konulan taşlarla sağlanmıştır


* 2001 yılında sergilenen diğer bir çalışması ise “Ben Bir Başkasıyım” adlı çalışmasıdır. Canan Beykal ve Melik Görgülü tarafından Berlin’de Kammunal Galerisi’nde sergilendi. Bu ortak proje Vietnam,Bosna-Hersek, Yahudi kamplarındaki belgesel nitelik taşıyan savaş içinde görüntülenmiş çocuk fotoğrafları arasına bu iki sanatçının çocukluk fotoğraflarının dijital kolajıyla birleştirilmesinden oluşturulmaktadır. Sanatçıların ben kavramlarının ortadan kaldırıldığı, ölüm, savaş ve çocuk kavramlarının boşlukta kalan aidiyetsizliği üzerine yapılandırdıkları çalışmaları bir takım görüntü eşliğinde sunulmuştur.



* yılında ’10 Sanatçı 10 İş:A’ adlı sergisine Beykal,’Tex-Tual ve Karakutular’ çalışmasıyla katılır.Birçok işinde kullandığı gibi bu işinde de belgeler,metinler ve sözcüklerle bilgi aktarım yolunu seçmiştir  Üç karakutu’nun kullanıldığı çalışmada;
Birinci kutuda,Beykal’ın kendine sakladığı mühürlenmiş kutuları,
İkinci kutuda,Von Kleist,Plath,Mayakovski gibi intihar eden yazarların metinleri,
Üçüncü kutuda ise Hitler’in,Goebbels’in ve Marinetti’nin özgün ses bantları bulunmaktadır.İşin amacını açıklayan düşünce,insan soyunda var olan ancak sürekli gizlenen ama alttan alta da üreyen yıkma ve yok etme güdüsünün, toplumda bireye empoze edilmesini ve sonucunda da bireyde ortaya çıkmasına neden olan siyasal, ruhsal ve ahlak kavramlarının ortaya çıkarttığı yanılsama durumlarına karşı bir temel arayan ve bu temelde sözü edilen metinlerden yola çıkılarak yan yana getirdiği yıkımlar arası ilişkileri sorguluyor

* 1993 yılında Arkeoloji Müzesi’nde açılan ‘ Cumhuriyetten Günümüze Kadın Sanatçılar’ sergisindeki ‘Mihri’nin Sütunu’ adlı işi.



         * 1997 yılında Kabataş Erkek Lisesi’nde gerçekleştirilen, ’Meeting in Arts/Sanatta Buluşma’ kapsamında düzenlenen sergideki ‘Okul’ adlı çalışma.
kavramsal sanatın tercıh edılmesının kafamda neden sorusunayol acmıstı kavramsal sanat yapan bı santcıyla tanısma fırsatı bana ılk olarak bu soruyu yoneltmeme neden oldu
Kavramsal sanat üzerine konuşmalarında sanatçı kavramsal sanatla olan ilişkisini şöyle anlatıyor;
Yapmış olduğu resim çalışmalarında kendisini ifade etmesi açısından bir şeylerin yetmediğini yani şase sanatının yeterli olmadığını hissediyor ve yeni arayışlara giriyor. Kavramsal sanatla tanıştığında da bunu, kendisini ifade etmek için kullanabileceği iyi bir dil olarak görüyor. Yani ‘Kavramsal sanat varda, kavramsal sanat yapalım demedik’ diyerek bu cümlenin altını önemle çiziyor. Dünya ile aralarındaki sorunlara eleştirel bir yaklaşım, kavramsal sanatla sağlanabileceği için kavramsal sanata bilinçlice bir yönelişin söz konusu olduğunu söylüyor. Kavramsal sanatın o dönemin ruhu olduğundan bahsedip ilk defa bu sayede dünyayla aynı dili konuştuklarını dile getirdi. Türkiye’ye kavramsal sanatın gelmesi1975’lere değil de 1985’lere dayandığını ifade etti. Canan Beykal’da kavramsal sanat işlerini o dönemlerde sergilemeye başlıyor.
Benım merak etıgım konuyla baglantısı oldugu ıcın arkadasımın yoneltmıs oldugu soruyuda paylasmak ıstıyorum
Kavramsal sanat size amaçladığınız neyi sunabiliyorken, diğerleri bu kadar yeterliliğe sahip değildir?
Resim yapan insanlara çok saygım var.  Herkesin kendini ifade edebilme yeteneği farklıdır. Normal resim yapanlar kendi içlerinde bir reabilitasyon yaşarken kavramsal sanatçılar daha çok araştırma, düşünme ve maddi harcamada bulunmak zorundadır. Bir kavramsal sanatçı olarak derdinizi anlatmaya ihtiyaç duyarsanız sanat yaparsınız ve bu yaptığınıza ihtiyaç duyulursa üretmeye devam edersiniz

18 Mayıs 2011 Çarşamba

AYSEGÜL SÖNMEZ


     Gurup arkadaslarım ve ben elestırmen olarak sectııgımız aysegul sonmezle olan roportajımdan bahsetmek ıstıyorum bu sunumda sanatcımızın sanat hayatından ve egıtımınden bahsedıcem ..
     Ayşegül sönmez 1975 doğumlu gazeteci, sanat eleştirmeni, AICA uluslar arası sanat eleştirmenleri derneği başkanı ve sanat felsefe dalında Kyoto üyesi çağdaş sanat dersi veren bir öğretim görevlisidir. Sönmez, sanatsal manada yazı yazmaya 17 yaşında başlar  
İlk olarak Duygu Asena’yla çalışmaya başlar. Bu sayede de gazetecilik tekniğini ilerletmek için iyi bir fırsat yakalar. Duygu Asena’yla aralarındaki uzlaşma sırasında feminizm ile tam olarak o zaman tanışır. Ve o dönemin (1996-1997) özel bir dergisi olan “kim” ve ardından “kadınca” dergilerinde yazmaya devam eder. Bunun ardından düzenli olarak Güzel sanatlar dergisinde yazmaya devam eder. Yazarlık hayatının başlangıcında Duygu Asena çok önemli bir isim olmuştur. Asenanın desteklerinden bolca yararlanır
“negatif dergisinde” ekibin içinde bulunur. Güzel sanatlar için ayrılmış sayfalarla ilgilenir.  Derginin konularının içeriğiyse yaşam kültür üzerine derleniyordur 
 Sanatsal anlamda ilk örnek dergi bu dergidir. Popüler kültür ile sanatçılar arasında bağ kuruyordur, derginin kapanmasından sonra milliyet sanatta yazmaya başlar. Böylece daha geniş kitlelere seslenme fırsatını yakalar
       Ayşegül Sönmez’in akademi hayatı şöyle başlar; Marmara GSF’ye   (1999-2000) girer ve sanat tarihi dersini bilinçli bir şekilde özellikle seçmez. Ona göre sanat tarihi çağ’a cevap veremiyordur. Oda statikolmamak adına kendisine neyin daha yararlı olabileceğini sorar ve sağlam bir düşünceyle resim eğitimi almaya  karar  verir.Resim eğitimi üzerinden teori yazısını sürdürmeye devam eder.Ardından Marmara GSF’ye  yüksek lisans başvurusunda bulunur. Hüsamettin Koçam’ın öğrencisi olur ve Mürteza Fidan’ın atölyesinden mezun olur
Yüksek lisans eğitimi alırken Hüsamattin Koçam’la tez çalışması yapıyor. Tez konusu “ modernizme karşı moderndir.”  Tezin içeriği modernizme karşı modern başlığı altında       1908-1954 yılları arasında Türkiye’nin kültürel modernleşmesinin plastik sanatlar alanındaki etkileri arasında yorumlar getiriyor. Şu sırada hala aynı fakültede doktora eğitimi alıyor ve tez aşamasındadır.
       Sönmez sanat eleştirmenliği yaparken popüler kültürden bolca beslendiğini kliplerden,sinemadan ve öğrencileriyle sergi gezmenin oldukça yararlı ve besleyici olduğunu ,edebiyattan  özelikle fazladan yararlanıyor bunun yanında müzikle ilgilendiğini ve son 1 kaç yılda klasik çağdaş müziği dinlemeyi tercih ettiğini bununla ruhunu beslediğini söylüyor,,
Ayşegül Sönmez projelerinde sanatla sivil toplumu bağdaşlaştırmak amacıyla kadın sanatçılarla ilgileniyor. Örneğin pera müzesinde, Akbank galerisinde performans söyleşileri yapıyor. Projelerini ve performanslarının niteliğini şöyle değerlendiriyor;  “ben Duygu Asen nın mirasçısı olarak kendimi görüyorum. Bu sebepten dolayı da kadın sanatçılarla özel olarak ilgileniyor, Türkiyenin sembolik kadın sanatçılarıyla canlı söyleşiler yapıyorum.  Bütün bunların yanında namus oyunları festivalinde çalışıyor. Orda da performans söyleşileri yapıyor.














Ayşegül Sönmezin “haksız tahrik” adlı bir sergi  kitabı vardır. Kitabın içeriği şöyledir; kadınlar tarafından yapılan sanat ile cinsiyet olguları arasında mutlaka bir ilişki varmıdır? Feminist sanatçılar tanım gereği feminist sanat yaparlarmı? Feminist olduğunu inkar eden yada bu konuda suskun kalan bir kadının sanatı feminist sanat sayılabilirmi? Peki erkek sanatçılar feminist sanat üretebilirler mi? Psiko-analitik anlamıyla cinsel farklılığın işleyişini araştıran sanat feminist sanata girer mi? Gibi sorurlarla başlayıp devam eden düşüncelerin açıklandığı bu kitapta çeşit çeşit feminist kavramlar manzaralaştırılmıştır. Herbiri ataerki bir kültürde kadın olmanın anlamına ilişkin samimi ve sahici cümleler içeriyor.bu cümleler kadın olma koşulları ve deneyimini vurguladıkları kadar cinsiyetin aynı zamanda toplumsal bir inşadan ibaret olduğunu deşifre ediyor  


 Sanatcıyla yapmıs oldugumuz roporajda merak etttıgım bazı konular vardı fakat vaktımızın kısa olmasından dolayı ve sorularımızın cok olmasından dolayı sadece en cok merak ettıgı bı konuda bı soruyu yoneletım kendısıne ve verıdgı yanıtta meraklarımı gıdermede yeterlı oldu sayılır sorum su sekılde...

 Günümüzde sanatın kültür, reklam endüstrilerinin malzemesi haline getirilişinden sanat eleştirisi nasıl etkilenmektedir?
Günümüzde sanatçı kendisini yalnız hissediyor. Çünkü piyasa çok acımasız. Değerleri çok vahşi. Ve sanatçının piyasayla işi olmaz çünkü onlar kültür emekçisidir. Ve bu bağlamda piyasa değerleriyle kaynaşma gibi bir durumu söz konusu olamaz. Sanatçı çatışmayı esas almalıdır. Çünkü çatışma esastır, diranç alanı yaratmak esastır. Bir sanatçının,  bir yazarın görevide budur. Piyasa kendi değerlerini dayatmaya çalışır. Zaten dadaizmde bu yüzden çıkmıştır. Adorno şöyle söylüyor; sanatın metalaşma sürecindeyiz. Sanatın metalaşma sürecinde metalaşmış bir şey ürettiğimizde bunun bilincinde dahi olsak yinede bunun yanında direnç alanları oluşturmak mümkün. Piyasa değerlerinin sanatçının üretimlerini belirlediği bir gerçek ama bu gerçeğin karşısında teslimiyetçi olmamalı direnç alanları yaratmaya çalışmalıyız.