26 Mayıs 2011 Perşembe

CANAN BEYKAL

Sanatcı olarak sectıgımız canan beykalla yapmıs oldugumuz roportajdan  bahsetmek ıstıyorum .Bu keyıflı roportajımızda sanatcının ozel hayatından sanat adına yapmıs oldugu calısmalarından yazılarından konustuk kendısının bılgılerındende cok yararlandık yapmıs oldugumuz bu roportaj benım ıcın cok verımlı oldu.
Canan Beykal, 1948 Merzifon doğumludur. 1972 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi.
Sanat çalışmalarının yanında çeşitli gazete ve dergilerde sanat eleştirmenliği yapmış, sanat tarihi ve kuramı üzerine yazılar yazmıştır.       
                                                          İŞLERİ

* Sanatçı 1981 yılında Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ‘İzm’ler adlı çalışmasını sergiler. Mekanı duvardan yer döşemesine kadar kaplayan kağıt şerit üzerine, Beykal’ın lastik tamponlarla yazmış olduğu kavramlar bulunmaktadır Bu kavramlar, ses bandına düzden ve tersten okunmuş, üst üste bindirilmiş ses miksajı olarak galeriye yansıtılmıştır. Kavram ve anlamların seyirciyle buluşma noktasında sergi tamamlanmaktadır

* Sanatçı 1987 yılındaki Öncü Türk Sanatının Bir Kesit sergisinde yer alan  “Ellams Duplicator Patent 1987” adlı çalışmasında 1924 yıl İngiliz m         Yaşamın ve doğanın kendisi gibi, çalışmalarımı saf ve yalın bir hale dönüştürmek istiyorum. Sanatın, yaşamın kendinden doğduğunu ve sanat yapmak için bundan daha etkili bir neden olmayacağını düşünüyorum’ diyor.Bu sebeple çevremi izliyor, olaylara kayıtsız kalmamaya özen gösteriyorum. Yaptığımın toplumsal bir davranış göstergesine dönüşmesine önem veriyorum. Sanat pazarı için bir şey üretmiyorum.  Eleştirmenlerin beğenisi ya da yargısı benim için önemli değil, etrafımı çeviren nesneler benim için önemlidir. Onlarla benim aramdaki zaman boyutunu, onların benim için yükledikleri anlamı önemsiyorum. Diyerek sanatçı sanat için düşüncesini  tamamlıyor. Model teksir baskı makinasını hazır nesne olarak kullanmıştır. Sanatçının işi sergi kataloğunda şöyle anlatılıyor; “Yaşamın kendisi kadar dolaysız ilkel ve gerçek sanattan yanayım


* Sanatçı çalışmalarında metinlerin yanı sıra ses, fotoğraf, nesne gibi geleneksel olmayan sanat malzemelerinden yararlanır. Her işinde yada açtığı her sergide toplumsal ve siyasal olguları sanatın anlatım dillerini sorgulayarak işler. Sanatçı bu bağlamda, Atatürk Kitaplığı’nın mekanlarında açtığı ‘Odalar 1994’ sergisinde, yakılan kitapları okuma yazma ve dinleme olguları çerçevesinde irdelemiş.1994’te ”Bana Geldiğin Yeri Anlat” isimli sergisinde ise bu soruyu,yöneltiği kişilerin fotoğraflarıyla, kendi dillerinde kendilerini tanıtan yazılarını birleştirmiş. “Bir Küçük Aslancıktır” isimli sergisinde, savaş kurbanı çocukların ışıklı kutular içine yerleştirdiği fotoğraflarıyla yaşam deneyimlerinden metinleri birlikte sergiler. Ayrıca Canan Beykal, sanatsal çalışmaları yanı sıra sanat üzerine eleştirel ve çözümleyici yazılarda yazar.


* 1992 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan sergiye sanatçı ’51 Gün Sonra’ adlı yerleştirmesiyle katılmıştır.Çalışmasını, Homeros’un İlyada’sında geçen 51 günlük zaman diliminin anlatıldığı Truva Savaşı’ndan seçtiği metinlerle oluşturmuştur.Asetet kağıdının üzerine Truva Harabelerinden kalan bir duvarın fotoğrafını büyüten sanatçı,fotoğrafta bulunan her bir taşın üzerine metinlerde geçen kahramanların isimlerini Yunanca yazmıştır.Fotoğrafın üst kısmına ‘üç cenaze metni’seçilmiştir.İlk metin, Truvalılardan Hektor’un,ikinci metin Akhalardan Patroklos’un,üçüncü metin ise Akha ve Truva askerlerinin ortak gömüldüğü cenaze törenlerini anlatan metinlerdir.Metin ve fotoğrafın mekanla ilişkisi ise fotoğrafın önüne,yere konulan taşlarla sağlanmıştır


* 2001 yılında sergilenen diğer bir çalışması ise “Ben Bir Başkasıyım” adlı çalışmasıdır. Canan Beykal ve Melik Görgülü tarafından Berlin’de Kammunal Galerisi’nde sergilendi. Bu ortak proje Vietnam,Bosna-Hersek, Yahudi kamplarındaki belgesel nitelik taşıyan savaş içinde görüntülenmiş çocuk fotoğrafları arasına bu iki sanatçının çocukluk fotoğraflarının dijital kolajıyla birleştirilmesinden oluşturulmaktadır. Sanatçıların ben kavramlarının ortadan kaldırıldığı, ölüm, savaş ve çocuk kavramlarının boşlukta kalan aidiyetsizliği üzerine yapılandırdıkları çalışmaları bir takım görüntü eşliğinde sunulmuştur.



* yılında ’10 Sanatçı 10 İş:A’ adlı sergisine Beykal,’Tex-Tual ve Karakutular’ çalışmasıyla katılır.Birçok işinde kullandığı gibi bu işinde de belgeler,metinler ve sözcüklerle bilgi aktarım yolunu seçmiştir  Üç karakutu’nun kullanıldığı çalışmada;
Birinci kutuda,Beykal’ın kendine sakladığı mühürlenmiş kutuları,
İkinci kutuda,Von Kleist,Plath,Mayakovski gibi intihar eden yazarların metinleri,
Üçüncü kutuda ise Hitler’in,Goebbels’in ve Marinetti’nin özgün ses bantları bulunmaktadır.İşin amacını açıklayan düşünce,insan soyunda var olan ancak sürekli gizlenen ama alttan alta da üreyen yıkma ve yok etme güdüsünün, toplumda bireye empoze edilmesini ve sonucunda da bireyde ortaya çıkmasına neden olan siyasal, ruhsal ve ahlak kavramlarının ortaya çıkarttığı yanılsama durumlarına karşı bir temel arayan ve bu temelde sözü edilen metinlerden yola çıkılarak yan yana getirdiği yıkımlar arası ilişkileri sorguluyor

* 1993 yılında Arkeoloji Müzesi’nde açılan ‘ Cumhuriyetten Günümüze Kadın Sanatçılar’ sergisindeki ‘Mihri’nin Sütunu’ adlı işi.



         * 1997 yılında Kabataş Erkek Lisesi’nde gerçekleştirilen, ’Meeting in Arts/Sanatta Buluşma’ kapsamında düzenlenen sergideki ‘Okul’ adlı çalışma.
kavramsal sanatın tercıh edılmesının kafamda neden sorusunayol acmıstı kavramsal sanat yapan bı santcıyla tanısma fırsatı bana ılk olarak bu soruyu yoneltmeme neden oldu
Kavramsal sanat üzerine konuşmalarında sanatçı kavramsal sanatla olan ilişkisini şöyle anlatıyor;
Yapmış olduğu resim çalışmalarında kendisini ifade etmesi açısından bir şeylerin yetmediğini yani şase sanatının yeterli olmadığını hissediyor ve yeni arayışlara giriyor. Kavramsal sanatla tanıştığında da bunu, kendisini ifade etmek için kullanabileceği iyi bir dil olarak görüyor. Yani ‘Kavramsal sanat varda, kavramsal sanat yapalım demedik’ diyerek bu cümlenin altını önemle çiziyor. Dünya ile aralarındaki sorunlara eleştirel bir yaklaşım, kavramsal sanatla sağlanabileceği için kavramsal sanata bilinçlice bir yönelişin söz konusu olduğunu söylüyor. Kavramsal sanatın o dönemin ruhu olduğundan bahsedip ilk defa bu sayede dünyayla aynı dili konuştuklarını dile getirdi. Türkiye’ye kavramsal sanatın gelmesi1975’lere değil de 1985’lere dayandığını ifade etti. Canan Beykal’da kavramsal sanat işlerini o dönemlerde sergilemeye başlıyor.
Benım merak etıgım konuyla baglantısı oldugu ıcın arkadasımın yoneltmıs oldugu soruyuda paylasmak ıstıyorum
Kavramsal sanat size amaçladığınız neyi sunabiliyorken, diğerleri bu kadar yeterliliğe sahip değildir?
Resim yapan insanlara çok saygım var.  Herkesin kendini ifade edebilme yeteneği farklıdır. Normal resim yapanlar kendi içlerinde bir reabilitasyon yaşarken kavramsal sanatçılar daha çok araştırma, düşünme ve maddi harcamada bulunmak zorundadır. Bir kavramsal sanatçı olarak derdinizi anlatmaya ihtiyaç duyarsanız sanat yaparsınız ve bu yaptığınıza ihtiyaç duyulursa üretmeye devam edersiniz

18 Mayıs 2011 Çarşamba

AYSEGÜL SÖNMEZ


     Gurup arkadaslarım ve ben elestırmen olarak sectııgımız aysegul sonmezle olan roportajımdan bahsetmek ıstıyorum bu sunumda sanatcımızın sanat hayatından ve egıtımınden bahsedıcem ..
     Ayşegül sönmez 1975 doğumlu gazeteci, sanat eleştirmeni, AICA uluslar arası sanat eleştirmenleri derneği başkanı ve sanat felsefe dalında Kyoto üyesi çağdaş sanat dersi veren bir öğretim görevlisidir. Sönmez, sanatsal manada yazı yazmaya 17 yaşında başlar  
İlk olarak Duygu Asena’yla çalışmaya başlar. Bu sayede de gazetecilik tekniğini ilerletmek için iyi bir fırsat yakalar. Duygu Asena’yla aralarındaki uzlaşma sırasında feminizm ile tam olarak o zaman tanışır. Ve o dönemin (1996-1997) özel bir dergisi olan “kim” ve ardından “kadınca” dergilerinde yazmaya devam eder. Bunun ardından düzenli olarak Güzel sanatlar dergisinde yazmaya devam eder. Yazarlık hayatının başlangıcında Duygu Asena çok önemli bir isim olmuştur. Asenanın desteklerinden bolca yararlanır
“negatif dergisinde” ekibin içinde bulunur. Güzel sanatlar için ayrılmış sayfalarla ilgilenir.  Derginin konularının içeriğiyse yaşam kültür üzerine derleniyordur 
 Sanatsal anlamda ilk örnek dergi bu dergidir. Popüler kültür ile sanatçılar arasında bağ kuruyordur, derginin kapanmasından sonra milliyet sanatta yazmaya başlar. Böylece daha geniş kitlelere seslenme fırsatını yakalar
       Ayşegül Sönmez’in akademi hayatı şöyle başlar; Marmara GSF’ye   (1999-2000) girer ve sanat tarihi dersini bilinçli bir şekilde özellikle seçmez. Ona göre sanat tarihi çağ’a cevap veremiyordur. Oda statikolmamak adına kendisine neyin daha yararlı olabileceğini sorar ve sağlam bir düşünceyle resim eğitimi almaya  karar  verir.Resim eğitimi üzerinden teori yazısını sürdürmeye devam eder.Ardından Marmara GSF’ye  yüksek lisans başvurusunda bulunur. Hüsamettin Koçam’ın öğrencisi olur ve Mürteza Fidan’ın atölyesinden mezun olur
Yüksek lisans eğitimi alırken Hüsamattin Koçam’la tez çalışması yapıyor. Tez konusu “ modernizme karşı moderndir.”  Tezin içeriği modernizme karşı modern başlığı altında       1908-1954 yılları arasında Türkiye’nin kültürel modernleşmesinin plastik sanatlar alanındaki etkileri arasında yorumlar getiriyor. Şu sırada hala aynı fakültede doktora eğitimi alıyor ve tez aşamasındadır.
       Sönmez sanat eleştirmenliği yaparken popüler kültürden bolca beslendiğini kliplerden,sinemadan ve öğrencileriyle sergi gezmenin oldukça yararlı ve besleyici olduğunu ,edebiyattan  özelikle fazladan yararlanıyor bunun yanında müzikle ilgilendiğini ve son 1 kaç yılda klasik çağdaş müziği dinlemeyi tercih ettiğini bununla ruhunu beslediğini söylüyor,,
Ayşegül Sönmez projelerinde sanatla sivil toplumu bağdaşlaştırmak amacıyla kadın sanatçılarla ilgileniyor. Örneğin pera müzesinde, Akbank galerisinde performans söyleşileri yapıyor. Projelerini ve performanslarının niteliğini şöyle değerlendiriyor;  “ben Duygu Asen nın mirasçısı olarak kendimi görüyorum. Bu sebepten dolayı da kadın sanatçılarla özel olarak ilgileniyor, Türkiyenin sembolik kadın sanatçılarıyla canlı söyleşiler yapıyorum.  Bütün bunların yanında namus oyunları festivalinde çalışıyor. Orda da performans söyleşileri yapıyor.














Ayşegül Sönmezin “haksız tahrik” adlı bir sergi  kitabı vardır. Kitabın içeriği şöyledir; kadınlar tarafından yapılan sanat ile cinsiyet olguları arasında mutlaka bir ilişki varmıdır? Feminist sanatçılar tanım gereği feminist sanat yaparlarmı? Feminist olduğunu inkar eden yada bu konuda suskun kalan bir kadının sanatı feminist sanat sayılabilirmi? Peki erkek sanatçılar feminist sanat üretebilirler mi? Psiko-analitik anlamıyla cinsel farklılığın işleyişini araştıran sanat feminist sanata girer mi? Gibi sorurlarla başlayıp devam eden düşüncelerin açıklandığı bu kitapta çeşit çeşit feminist kavramlar manzaralaştırılmıştır. Herbiri ataerki bir kültürde kadın olmanın anlamına ilişkin samimi ve sahici cümleler içeriyor.bu cümleler kadın olma koşulları ve deneyimini vurguladıkları kadar cinsiyetin aynı zamanda toplumsal bir inşadan ibaret olduğunu deşifre ediyor  


 Sanatcıyla yapmıs oldugumuz roporajda merak etttıgım bazı konular vardı fakat vaktımızın kısa olmasından dolayı ve sorularımızın cok olmasından dolayı sadece en cok merak ettıgı bı konuda bı soruyu yoneletım kendısıne ve verıdgı yanıtta meraklarımı gıdermede yeterlı oldu sayılır sorum su sekılde...

 Günümüzde sanatın kültür, reklam endüstrilerinin malzemesi haline getirilişinden sanat eleştirisi nasıl etkilenmektedir?
Günümüzde sanatçı kendisini yalnız hissediyor. Çünkü piyasa çok acımasız. Değerleri çok vahşi. Ve sanatçının piyasayla işi olmaz çünkü onlar kültür emekçisidir. Ve bu bağlamda piyasa değerleriyle kaynaşma gibi bir durumu söz konusu olamaz. Sanatçı çatışmayı esas almalıdır. Çünkü çatışma esastır, diranç alanı yaratmak esastır. Bir sanatçının,  bir yazarın görevide budur. Piyasa kendi değerlerini dayatmaya çalışır. Zaten dadaizmde bu yüzden çıkmıştır. Adorno şöyle söylüyor; sanatın metalaşma sürecindeyiz. Sanatın metalaşma sürecinde metalaşmış bir şey ürettiğimizde bunun bilincinde dahi olsak yinede bunun yanında direnç alanları oluşturmak mümkün. Piyasa değerlerinin sanatçının üretimlerini belirlediği bir gerçek ama bu gerçeğin karşısında teslimiyetçi olmamalı direnç alanları yaratmaya çalışmalıyız.